Güzele ilişkin olarak, idealist felsefenin gelişimiyle birlikte, pek çok tanım yapılmıştır. Estetiğin temeli olan güzel: tam olarak bir “değer yargısıdır.” Dolayısıyla, her toplum biçimine ve toplumsal sınıflara, zümrelere, katmanlara göre, “değişkenlik içeren değer yargıları,” güzelin “tanımlanamazlığından matematiksel yorumlamalara” kadar çok farklı yaklaşımları oluşturmuştur. Çağa, döneme, coğrafyaya, ekonomiye, sınıflara göre biçimlenen insanın iç dünyasındaki olumlu/pozitif oluşumlar ve bilinç, biliçaltı düzeyinde yaşanmışlıkların, yaşanamamışlıkların, düşlenenlerin, özlem duyulanların bireşim değerleri daima güzele kapı açar. Güzelliğin salt insana özge değer olması, güzel nedir’i hep tartışmalı duruma getirmiştir. Ama sanat ve tasarım alanlarının varlığı, güzel olmadan ne sorgulanır, ne de sanat-tasarım nedir soruları yanıt bulabilir. Çünkü “güzel: sanat ve tasarımla, sanat-tasarımda: hep güzelle” ilişkilendirilmiştir. Hangi alanda varlıklaşırsa varlıklaşsın, güzel: ESTETİK HOŞUN, ESTETİK KEYİFİN, ESTETİK ZEVKİN heyecan ve çoşkusunu uyandıran bir olgudur. Yapaydır. Nesneldir. Derecesi, düzeyi; üretici, seyirci-tüketici ve eleştirici-estetikci arasındaki değerlendirmelerle gerçekleşir. Nesnel bir iletişime dayandığından, doğrudan bilimin konusudur.
Estetik, “güzelin, güzelliğin bilimidir.” Ya da “güzel, estetiğin konusudur.” Estetik kavramı, Yunanca “aisthesis” (duyum) kavramından türetilmiştir. Felsefenin bir kolu olarak gelişen estetik bilimi; “güzeli çözümlemek, estetik zevki, keyfi, hoşu yaratan öğeleri, ilkeleri, yöntem ve formülleri belirlemek, biçimlendirmeleri güzel kılacak görünüş-öz yapılanışını değerlendirmek,” bu alanın kapsamı içindedir. Pythagoras’dan (Matematlar: bilginin tümünü kuşatan anlamında-matematik ifadedir.) Platon’a ( Zihnin duyularla, akıl yürütmeyi ve düşünceyi aşması.), Aristo’dan ( Güzel: düzen, simetri ve sınırlılıktır.) Plotionos’a ( Güzel: ruhun bedende, zekanın ruhta, birliğin zekada ölçü ve oran olarak yansımasıdır.), Wihelm Leibnitz’den ( Güzel: hayali ilgilendiren bütünlülüklü ahenk olup, ahlakla ilgili telkinler yapandır.) Gottlieb Baumgarten’e (İlk estetik kavramını kullanandır. Güzel: duyular aracılığı ile ulaşılan yetkinliktir.), Immanuel Kant’tan (Güzel: çıkarsız olarak hiçbir amaç gütmeden hoşa gidendir. Ama her hoş güzel değildir.) Hegel’e (Güzel: gerçek doğadan daha zengin, biçim-öz uyumudur.), Herbert Spencer’den (Güzel, haz ve acı ile ilgili olup, en az çabayla, en çok uyum oluşturandır.) Hippolyte Taine’e kadar (Güzel: nedensellik ilkesinin dışında, çevre, zaman ve kalıtım olarak gelişendir.) her düşünür, her felsefeci estetikle, güzelle ilgili değerlendirmeler yapmıştır. Sonuçta güzel insani bir beğeni ve değer yargısı olup, çok büyük bir yanılgıyla KİŞİSEL OLDUĞU SANILANDIR. (Dünyada yaklaşık 7 milyar insan var, o halde 7 milyar güzellik anlayışı da vardır demek saçmalığıdır.) Estetik ve güzellik, insanın yapay olarak ürettikleri ile ilgilidir. İnsanın ürettiği her şey, en kaba, ilkel olan ürün bile, estetik bir değer taşır. Ama bu değer GÜZEL ve ÇİRKİN arasındaki bir yerde değer içerir.
Sanat’ın ne olduğu üzerine yüzyıllardan beri sorgulamalar yapan tüm sanatçılar ve tüm düşünürler, sanatın içinde “güzel”in zorunlu ve gizem içeren varlığını duyumsamışlar, buna inanmışlardır. Bunun sonucu olarak da tasarımın-sanat’ın, “güzel olma” gerekliliği temel koşullardan biri olarak ele alınmış; ama hiçbir zaman tek koşul olamamıştır. Çünkü “tasarımı-sanatı”, bir tek nitelikle sınırlamak, tanımlamayı eksik bırakmaktır. Güzel’in göreceli niteliği, temelde aynı düşünsel açı ve sistematiği içermesine karşın, sanatçıları farklı yorum ve değerlendirmelere götürmüştür. Böylece, sanat dünyasında, farklı yorum ve değerlendirmeler yer bulmuştur. Bunlar bir acıdan, eser üretiminin bir zenginliği ve hem de sanatsal gelişimin geleceğine bir katkıdır (En azından yanlışlanabilirliliğe malzeme olabilmektedir.) Ama özellikle, bilinmezlik, tanımlanamazlık içeren ve genel olarak egemenliklerin değirmenini su taşıyan farklılıklar, güzelin ve sanatın ne olduğu konusunda kafa karıştırıcılığı yaratmaktadır. Oysa güzel’in yapay ve göreceli niteliği, toplum biçimlerine, sınıf ve zümrelere göre değişkenlik içerdiğinden, her bir “güzel” anlatımı, dikkate alınmalı ve AYAKTA KALMAYI BECEREN “güzel”in her farklı yorum ve anlatım, sanat ve güzellik dünyasına bir katkı sayılmalıdır. Çünkü bir yapıt, zamanında, ortamında, çevresinde kabul görmemiş, “güzel” bulunmamış olsada; çok sonraları, dünya çapında kabul görmüş, beğeni toplamış, “güzel” bulunmuş, değer olmuş bir yapıt durumuna gelebilmektedir. Bu durum, “güzelliğin varlığı doğrulanması gereken şey değil, algılanması gereken bir gerçeklik olmasından” kaynaklanmaktadır.
Fotoğraf, başlangıçta, “kutu zenaatı” sayılıp, horlanmasına karşın, dünyanı en yaygın sanatı durumuna gelmiştir. Willam Henry Fox Talbot, “gümüş iyodürlü kağıt üzerine çok sayıda baskı yapma” tekniğini geliştirdi. “Polikopya” (Policopie, çok kopya.) ise fotoğrafın adeta “ölümsüz, en kalıcı sanat” olmasında ana katkıyı oluşturdu. Ama fotoğrafın estetik ve güzellik değeri, salt “çoğaltılabilirliliğe” bağlanamaz. Fotoğrafın estetik bileşenlerinin her birinin yorumlanması ve anlaşılması, bakış açısına göre değer ve anlam kazanmasına karşın, salt ALET YAPIYOR, EMEK-ÇABA ve ÇOK ÖZEL BİLGİ GEREKTİRMİYOR İLKELLİĞİ İLE DEĞERLENDİRİLEMEZ. Fotoğraf, çok “özel bilgi, emek ve zeka duyarlılığı” gerektiren bir sanat alanıdır. Fotoğraf çeken sanatcının iç dünyasının duygusal yoğunluğu, düşsel zenginliği, görüş, biliş, seziş becerileri, zeka incelikleriyle, fotoğraf dili ve görsel öğeleri kullanma zenginliği bir “estetik değer çeşitliliği” yaratmaktadır. Fotoğrafçının yakalama ve çekme sürecindeki yorumlama duruşu, “güzel”i düşleme ve sunma biçimi, görüntüde doğrudan yansımaktadır. Fotoğraf sanatçısının, becerileri, zekası, iç dünyasındaki duyarlılıklar, karmaşalar, çatışkılar, gel-gitler, daima “güzel” değerleriyle yoğrumludur. Teknik, teknoloji dışında, bireysel etkinlik fotoğraf estetiğinin ciddi bir bölümünü oluşturmaktadır. Ama asıl olarak, biçim ile “anlamı, içeriği, özü” (Ki güzelin olmazsa olmazıdır.) yada her sanat yapıtında olduğu gibi iletilen bildirim/mesaj, bir anlatım yanı, fotoğraf estetiğini, çok etkin bir konuma yükseltir. Bu da fotoğrafın “en işlevsel bir dil oluşunu” yaratır.
Fotoğraf estetiğini oluşturan öğeler ve ilkeler için kaynak bulmak oldukça kolaydır. Ama aynen “enerjinin, varlığın, özdeğin/maddenin paketlenme yapısını” oluşturan üç ilke; fotoğraf ve güzel değerinin oluşmasındaki üç ilkeyi de oluşturur. Bunlar güzelliğin “iç belirleyicileridir.” 1-MODÜLASYON, 2-ORGANİZASYON, 3- ENTEGRASYON.
MODÜLASYON (Birimlere ayırma): her fotoğraf ürünü, birimler (modüller) ve birimlerin örgütsel bütünlük içermesidir. Renk, doku, ton, biçim vs olarak fotoğraf birimlerinin, bir araya gelerek, anlamlı üst bütünlükler oluşturur. Güzel, en uygun modüler yapının seçimine dayanmaktadır.
ORGANİZASYON (Örgütlenme): Her varlık gibi, fotoğraf varlığıda, “eşzamanlı yapılanma ve yapı parçalarının zıtlıklar temelinde birleşmesidir.” Bu anlamda her fotoğraf görüntüsü, kendi dışındaki öğelerle, yaşamlarla ve yaşantılarla çok etkin bağ oluşturmaktadır. Fotoğrafik güzel, görüntü karmaşa içinde, en doğru kadraj organizasyonudur.
ENTEGRASYON (Bütünlenme): Her fotoğraf, kendine göre yaşamdan bir bütünlüğü yansıtır. Bu bütünlükler, fotoğrafın plastik öğelerindeki ZITLIKLARIN BİREŞİMİ olarak varolur. Her öğe kendi içinde kümelenir. Tek tek, kendi zıtlıkları ile bu plastik kümeler, bireşimden bağımsızdırlar. Ama bütünlük bu plastik kümelerlerin bireşimiyle varolur. Fotoğrafik güzel, EN UYGUN ZITLIK KÜMELERİNİN entegrasyonudur. Bu üç özellik, fotoğraf güzelliğinin ilkeleridir. Bunlardaki başarı, güzelliğin estetik derecesini belirlemektedir.
ZEVK VE RENK GÜZELLİKLERİ TARTIŞILMAZ DİYEN CAHİLLERDEN MİSİNİZ?